İletişimRandevu Al
ultrasonografi-1200x675.jpg

EN iyi Radyolog ve Girişimsel Radyoloğun EN iyi gözü ve kulağıdır. Çünkü; “EN az zarar vererek, EN ekonomik yolla, EN kısa sürede tanı koyan hekim, EN iyi hekimdir”

Ultrasonografi nedir ve nasıl çalışır?

Ses dalgalarını kullanır. İnsan kulağının işitemediği kadar tiz olan ultrasonik sesler kullanılır. Bu sesler 2 – 20 Megahertz (MHz) bantındaki seslerdir. Ses, cisimlerin titreşimi sonucu meydana gelir. Bu kadar yüksek titreşimi elde etmek için PİEZO-ELEKTRİK olayından yararlanılır. Bu olay Kuartz gibi bazı kristallerin elektrik enerjisi verildiğinde genişleyip daralarak titreşmeleri ve dolayısıyla ses oluşturmaları, kendilerine gelen sesi ise yine aynı yöntemle elektrik enerjisine çevirmeleridir. Bu şekilde enerji çevirici maddelere TRANSDÜSER (çevirici) denir. Ultrasonografi aygıtlarında transdüser olarak seramik diskler kullanılır. Transdüseri taşıyan başlığa PROB adı verilir. Ses maddeyi geçerken absorpsiyon ve yansıma nedeniyle intensitesi (yani yoğunluğu) azalır. Suyun absorpsiyon katsayısı çok düşük, kemiğin ise yüksektir. Bu nedenle ses sıvılardan zayıflamadan geçer. Sesin yayılım yönündeki dokular arasındaki farklılık ne kadar fazla ise yansıma da o kadar çok olacaktır.

Ultrasonografide önemli hususlar:

Sıvıların içerisindeki ya da arkasındaki yapılar daha iyi incelenir. Yani sıvılar sesi çok iyi iletir. Bu nedenle kadınlarda rahim ve yumurtalıkların incelenmesinde mesanenin dolu olması istenir. Dolu mesane arkasındaki organlar için çok iyi bir akustik pencere (ses iletim penceresi) görevi yapar.

Bağırsak gazları arkalarındaki yapıların görülmesini engeller. Çünkü havanın arkasına ses geçmez. Bu nedenle bağırsak gazları fazla olan hastalarda karın içi organların görüntülenmesi güç olmaktadır.

Kemik ve kalsifikasyonun (örneğin taşların) arkasına yeteri kadar ses geçmez. Bu nedenle kemikle örtülü organları incelemek mümkün değildir.

ULTRASONOGRAFİK İNCELEME NASIL YAPILIR?

Hasta masaya yatırılır. İncelenecek bölgeye jel sürülür. Rahim ve yumurtalıklar ya da komşu organlar incelenecekse mesane dolu olmalıdır. İncelenecek organ ve dokunun derinliğine uygun frekansta ve şekilde bir prob seçilir. Yüzeyel yapılar, yüksek frekanslı problar ile incelenir (8-14 MHz). Derin yapılar ise düşük frekanslı problar ile incelenir (3.5 MHz). Yüzeyel incelemelerde LİNEER (düz uçlu) ve yüksek frekanslı transdüser taşıyan problar seçilir. Karın içi organlar gibi derin yapılar incelenirken KONVEKS şekilli ve daha düşük frekanslı transferler tercih edilir. Prob, yüzeyinin uzunluğu ve eni kadar kesit yapan bir bıçak gibi düşünülmelidir. Giriş kapısında bir engel yoksa (gaz ya da kemik gibi) istenilen her açıdan kesit alabilir. Anatominin çok iyi bilinmesi gerekir. Kesitler probun ağzının düzlemine ve probun eğimine göre şekillenir. Bu nedenle US görüntüleri, ancak probun inceleme sırasındaki duruşu, yeri, düzlemi ve eğimi bilinirse yorumlanabilir. Ultrasonografi, kullanıcının tecrübesine çok bağımlı bir görüntüleme yöntemidir. Bu nedenle deneyim çok önemlidir. Ultrason görüntüsü canlıdır (real-time). Kesiti yapılan bölge monitörde canlı olarak izlenir ve sonografik tanı inceleme sırasında konur. Örneğin üst karın incelemesinde solunumla karaciğerin aşağıya indiği veya büyük damarların atımları izlenebilir. İstenildiğinde görüntü dondurularak resmi çekilebilir.

ULTRASONOGRAFİK İNCELEME YÖNTEMLERİ NELERDİR?

İki temel yöntemi vardır.

  • GRİ SKALA ULTRASONOGRAFİ (US)
  • RENKLİ DOPPLER ULTRASONOGRAFİ (RDUS)

Gri skala ultrasonografide; görüntüler siyah ile beyaz arasındaki gri tonlarda oluşur. İyi bir görüntü elde etmek için incelenecek dokuya olabildiğince yaklaşmak gerekir. Bu düşünceden yola çıkarak endosonografi ve intraoperatif uygulamalar geliştirilmiştir. Endosonografide endoskop ucuna transdüser yerleştirilmiştir. Endoskopinin ucundaki transdüser ile mide ve duedonuma komşu yapılar (pankreas, safra yolları vb) incelenir. Transvajinal problarla rahim ve yumurtalıklar detaylı olarak görüntülenir. Transrektal problarla prostat bezi incelenir ve gerekirse biyopsi yapılabilir. İntraoperatif US ile ameliyat sırasında tümörlerin sınırları çok iyi bir şekilde belirlenebilir.

Renkli Doppler Ultrasonografi; ise damarlardaki kan akımının yönünü ve hızını belirleme temeline dayanır. Damar darlıkları incelenir. Damar içindeki kan akım hızı ölçülebilir. Doppler US’de yüksek frekanslı ses kullanılmakla birlikte, dönen sesteki frekans değişikliği kulağın duyacağı sınırlardadır. Kulak en duyarlı ses ayırıcısıdır. Deneyimli bir radyolog bu sesi dinleyerek akımın niteliği ve niceliği hakkında yeterli bilgi sahibi olabilir.

Ultrasonografide görüntüler nasıl yorumlanır?

Görüntülerde ekoların yoğun olduğu bölgeler HİPEREKOİK (beyaz), az olduğu bölgeler HİPOEKOİK (koyu gri-siyah), hiç bulunmadığı kesimler ise ANEKOİK (simsiyah) olarak tanımlanır. Ekojenitesi birbirine eşit olanlara İZOEKOİK lezyonlar denir. Hiperekoik lezyonlara EKOJEN tanımlanması da kullanılabilir.

İçi sıvı dolu olan kistik yapılar çok iyi tanınır. Ayrıca safra kesesi, safra yolları, böbrek ve idrar yollarındaki taşlar çok iyi görüntülenebilir. Ultrasonografide; hava, gaz ve kemik yapılar dışında kalan tüm yumuşak dokulardaki tümör, nodül, kitle gibi patolojiler çok iyi görüntülenebilir.

ULTRASONOGRAFİNİN GÜÇLÜ VE ZAYIF YANLARI NELERDİR?

Güçlü yanları:

  • İyonizan ışın kullanılmaz. Bilinen hiçbir zararlı etkisi yoktur. Bu nedenle hamilelerde ve çocuklarda ilk ve temel tanı yöntemidir.
  • Ultrasonografi aygıtları taşınabilir olduğundan yatak başı inceleme yapılabilir. Bu özelliği ile yoğun bakım ünitelerinde çok değerlidir.
  • Ultrasonografi aygıtları nispeten ucuzdur ve deneyimli kullanıcılar için inceleme basittir. İnceleme sırasında hastaya hiç rahatsızlık verilmez.

Zayıf yanları:

  • Tanı, incelemeyi yapan kişinin bilgi ve beceri düzeyine çok bağlıdır.
  • Hava ile dolu olan normal akciğerler görüntülenemez. Bağırsak gazları da incelemeyi engeller.
  • Ses, kalın kafa kemiklerini yeteri kadar geçemediği için yetişkinlerde kafa içi yapılar görüntülenemez.

ULTRASONOGRAFİNİN HASTALIKLARIN TEŞHİSİNDEKİ YERİ NEDİR?

Ultrasonografi bir yumuşak doku inceleme yöntemidir.

Kadın ve doğum hastalıkları: Büyük su dolu bir kese içindeki cenin ultrasonografi ile incelemeye çok elverişlidir. Zararlı bir etkisinin olmaması da US’yi hamilelikte temel tanı yöntemi konumuna getirmiştir. Rahim ve yumurtalıkların incelenmesinde de ultrasonografi ilk ve temel yöntemdir.

Parankimal organlar: Karaciğer, pankreas, dalak ve böbrek US ile çok iyi incelenir. Doğal su dolu yapılar olan safra kesesi ve mesane de US incelemesi için çok uygun yapılardır.

Yüzeyel yapılar: Yüksek frekanslı, düz uçlu lineer prob ile incelenirler. Tiroid, paratiroid, tükrük bezleri, göz küresi, lenf bezleri, meme, omuzdaki rotator kılıf yırtıkları, doğuştan kalça çıkıkları, yumuşak doku lezyonları, testis ayrıntılı bir şekilde görüntülenebilir. Transrektal prob ile prostat incelenir ve kanser şüphesinde biyopsi yapılır.

Gazlı organlar: Gaz varlığı ultrasonografinin akciğer ve sindirim borusundaki uygulamasını sınırlar. Bununla birlikte göğüs duvarına dayanan oluşumlar US ile çok iyi incelenebilir. Benzer şekilde akciğeri çevreleyen plevral sıvıyı saptamak mümkündür. Bağırsak segmentleri US ile görüntülenebilir. Hastalık nedeniyle kalınlaşmış bağırsak kesimleri, kanser veya iltihap (örneğin Apandisit) US ile saptanabilir.

Bebek beyni: Bıngıldağı açık olan bebeklerde beyin mükemmel görüntülenir (transfontanel US). Bir yaşına kadar bebeklerde kemikler kireçlenmediği için omurilik de incelenebilir.

Renkli doppler US: Damarlarda akımın varlığı, yönü ve hızı belirlenir. Akımın hızı ve şekline bakarak damar darlığı derecesi saptanabilir. Ayrıca kitlelerin damarlanması değerlendirilebilir.

ULTRASONOGRAFİK İNCELEME TÜRLERİ NELERDİR?

A.    GRİ SKALA US İNCELEMELER

  1. Abdominopelvik (tüm batın)
  2. Transvaginal jinekolojik
  3. Obstetrik
  4. Yüzeyel yapılar
    1. Tiroid
    2. Meme
    3. Skrotal
    4. Kas-iskelet
      1. Kas lezyonları
      2. Neonatal DKÇ – Yenidoğan kalça çıkığı taraması
  • Achilles tendon
  1. Omuz
  2. KTS’de El bileği US – Karpal Tünel Sendromu
  1. Yenidoğanlarda Transfontanel Kranial US

B.    RENKLİ DOPPLER US İNCELEMELER (RDUS)

  1. Renal
  2. Portal sistem
  3. Skrotal
  4. Transvaginal jinekolojik
  5. Obstetrik
  6. Oftalmik
  7. Karotis-vertebral arter
  8. Periferik vasküler incelemeler
    1. Alt Ekstremite Arteriyel
    2. Alt Ekstremite Venöz
    3. Üst Ekstremite Arteriyel
    4. Üst Ekstremite Venöz
  9. Penil
  10. Özel durum incelemeleri
    1. Hemodiyaliz Şantlarının Değerlendirilmesi
    2. Arter Pediküllü Otogreftlerin Değerlendirilmesi
  11. Femoral psödoanevrizma tedavisi (Renkli Doppler US ile)

tiroid-bezinin-hizli-calismasi-icin-ne-yapilmali-1200x500.jpg

Tiroid bezinin hızlı çalışması için ne yapılmalı konusunu ele alırken öncelikle tiroid bezinin az çalışması konusuna temas etmek gerekir. Tiroid bezinin çalışmasının azaldığı duruma tiroid yetmezliği ‘hipotiroidizm’ adı verilir. Bu durumdaki tiroid bezi az hormon salgılar. Kan tahlili yapılarak ölçülen tiroid hormonları (T3 ve T4) normalden düşüktür. Bu durumda metabolizma yavaşlar ve hastada buna bağlı belirti ve şikayetler ortaya çıkar. Tiroid yetmezliği farklı nedenlerle oluşabilir. Tiroid bezinin hızlı çalışması için ne yapılmalı sorusuna cevap vermeden önce tiroid yetmezliği konusuna değinelim.

Tiroid Yetmezliği Nedenleri

Tiroid yetmezliği nedenlerinin başında ‘Hashimoto tiroiditi’ denilen bir hastalık vardır. Ancak hastalığın nedeni bilinmemektedir, burada tiroid bezi hasara uğramakta, normal ve yeterli çalışamamaktadır. Hashimoto tiroiditinin görülme sıklığı geçtiğimiz yıllar içinde giderek artmaktadır. Bu hastalıkta önce tiroid bezi büyür, yani guatr vardır, ancak yıllar içinde bez küçülür ve hormon salgılayamaz hale gelir. Hashimoto tiroiditi hastalarının kanında, vücudun tiroid bezine karşı ürettiği ‘anti-TPO’ ve ‘anti-Tiroglobulin antikorları’ denilen maddeler yüksek bulunur. Tiroid ultrasonografik incelemesinde; normalde homojen olması gereken tiroid dokusu, heterojen granüler bir yapıda görüntülenmektedir.

Tiroid bezinin hızlı çalışması için ne yapılmalı ? Tiroid yetmezliğine neden olan bir diğer durum da tiroid bezi ameliyatlarıdır. Ameliyat sonrası yeterli hormon salgılayacak kadar doku kalmayınca gelişir. Bu hastalarda belirli aralıklarla kan tahlili yaparak tiroid hormonlarını ölçmek ve izlemek gerekmektedir. Ameliyatla tiroid bezinin tamamının veya büyük bir bölümünün alındığı hastalarda tiroid hormon ilaçlarından biri (Euthyrox, Levotiron veya Tefor) günlük olarak mutlak alınmalıdır ve ömür boyu devam etmelidir.

Tiroid yetmezliğine neden olan bir diğer durum da radyoaktif iyot tedavisi yapılan hastalardır. Bu hastalarda tiroid bezi tahrip edildiğinden yeterli hormon salgılanamaz ve tiroid yetmezliği gelişir.

Tiroid bezinin hızlı çalışması için ne yapılmalı ? Başka bazı durumlarda da tiroid bezinin yeterli çalışmaması, yani hipotiroidi görülebilir. Bunlar arasında; bazı ilaçların uzun süre kullanılması (interferon, interlökin, lityum, amiodaron), baş ve boyuna ışın tedavisi (radyoterapi) yapılması sayılabilir.

Ayrıca, şeker hastaları, kansızlığı olanlar, romatoid artriti olanlar, 60 yaşın üzerindeki kadınlar, kanda yüksek yağ düzeyleri (Kolesterol, trigliserid gibi), depresyon hastaları, çocuğu olmayan veya adet düzensizliği olan kadınlar da tiroid yetmezliği için risk gurubundadırlar.

Yukarıda belirtilen nedenlerden hangisi ile gelişmiş olursa olsun, tiroid yetmezliği olan bir hastada oluşabilen şikayetler ve bulgular şunlardır; halsizlik, güçsüzlük, kolay yorulma, üşüme, soğuğa tahammülsüzlük, seste kısıklık ve kalınlaşma, el, yüz ve bacaklarda şişlik, göz etrafında şişlik, ciltte kuruma, kabalaşma veya kalınlaşma, saçlarda dökülme, kas krampları, depresyon, uyku bozukluğu, uyku hali, kabızlık, adetlerde düzensizlikler, kilo alma, hafızanın zayıflaması, hatırlamada zorluk, nabız sayısında azalma, hareketlerde yavaşlama, terlemede azalma.

Tiroid yetmezliğini saptamak için kullanılan en önemli testler; ‘kanda TSH ve serbest T4 düzeylerinin ölçümü’dür. TSH düzeyi yüksek, serbest T4 düzeyi düşük bir hastada belirgin tiroid yetmezliği vardır. T4 ve T3 düzeyi normal, ancak sadece TSH yüksek ise hafif derecede tiroid yetmezliği vardır ve bu durumun da tedavi edilmesi gerekir. Ayrıca hipotiroidili hastaların 1/3’ünde ‘kansızlık (anemi), ‘demir eksikliği’ ve ‘B12 vitamin eksikliği’ de olabilir ve bunlara da bakılmalıdır. Kadınlarda ‘prolaktin’ hormon yüksekliğinden de tiroid yetmezliği sorumlu olabilir ve böyle hastalarda öncelikle tiroid yetmezliği düzeltilmelidir.

Tiroid bezinin hızlı çalışması için ne yapılmalı

Tiroid bezinin hızlı çalışması için ne yapılmalı sorusunun yanıtı günümüzde ne yazık ki bilinmemektedir. Bu nedenle tiroid yetmezliği olan hastaların büyük bir bölümünün tedavisinde ömür boyu tiroid hormon ilaçları kullanılması gerekmektedir. Nadiren ‘Hashimoto tiroiditi’ hastalarında kendiliğinden düzelme olabilir.

Tiroid hormon tabletleri hastalığın şiddetine göre günde bir kez ağızdan uygun bir dozda başlanır. Aralıklı kontroller ile kandaki T4 ve TSH düzeyleri normal sınırlar içinde olacak şekilde doz ayarlanır. Sonrasında da 6 ay-1 yıllık kontroller ile dozu artırmak veya azaltmak gerekebilir ve çoğu hastada hormon tabletleri ömür boyu kullanılır. Eğer hasta gebe kalmışsa ilacın dozu başlangıçtan itibaren ayarlanmalıdır. Hormon tabletleri aç karna, yemekten en geç yarım saat önce alınmalıdır. Varsa diğer ilaçlarla birlikte alınmamalıdır. Hashimoto tiroiditi olan hastalar mutlaka iyotsuz tuz kullanmalıdır. Hashimoto tiroiditli hastalarda yüksek olan anti-TPO ve anti-Tiroglobulin antikorları hastalığı yapan veya oluşturan protein yapısındaki maddelerdir. Tedavide tiroid hormon ilaçlarının kullanımı ile bunların düzeylerinde azalma olmaz ve azaltacak bir ilaç da henüz yoktur.

Son yıllarda, gıda takviyesi olarak selenyum alınmasının, Hashimoto tiroiditli hastalardaki yüksek anti-TPO ve anti-Tiroglobulin antikor düzeylerini azalttığı bildirilmiştir. Ancak bu bilgi ve başka maddelerin bu antikorlara olan etkileri araştırma aşamasındadır. Günümüzde halen, tiroid bezi tarafından eksik salgılanan tiroid hormonlarının, ömür boyu günlük ağızdan alınan hormon tabletleri ile normal düzeye getirilmesi dışında kalıcı bir tedavi sağlanamamış olup tiroid bezinin hızlı çalışması için ne yapılmalı sorusu yanıtlanamamıştır.

Prof. Dr. Zekai Pekkafalı tarafından hazırlanan Tiroid bezinin hızlı çalışması için ne yapılmalı içeriğimiz burada sona eriyor.


Girişimsel-Radyolojinin-Avantajları-Nelerdir-1200x800.jpg

GİRİŞİMSEL RADYOLOJİNİN (İğne Deliğinden Ameliyat) AVANTAJLARI:

  • Birçok işlemin hastanın hastanede yatmasına bile gerek kalmadan yapılabilir olması
  • Kısa bir gözlem süresi (birkaç saat) sonrası hastaların evine gidebilmesi
  • İşlemlerde genel anestezi gerekmemesi ve narkoza bağlı gelişebilecek risklerin ortadan kalkması
  • Uygulanan tedaviye bağlı gelişebilecek olumsuzluklar (komplikasyonlar), olası riskler ve işlem sonrası ağrının açık cerrahi yöntemlere göre belirgin azalması
  • İyileşme sürecinin kısa olması

Onkolojide klasik tedavi yöntemleri cerrahi, radyoterapi ve kemoterapidir. Girişimsel onkoloji, son 20 yılda bu yöntemlere katılan ve yıldızı gittikçe parlayan bir bilim dalıdır.  Girişimsel onkoloji, kanserin hem tanı hem de tedavisinde son yıllarda çok önemli bazı değişiklikler meydana getirmiştir.

​1. Kanserde biyopsi yöntemi kökten değişmiştir: Eskiden, kanser tanısını koymak için hastaların ameliyat olup tümörlerinden bir parça alınması gerekirdi; yani sadece tanı koymak için bile hastalar ameliyat olurlar, bazen de ameliyata bağlı sıkıntılar nedeniyle hastanın esas tedavisi başlanamazdı. Bu durum, önce meme, tiroid ve karaciğer tümörlerinde değişti ve bu tümörlerin tanısı ultrason rehberliğinde iğne biyopsileri ile konmaya başlandı. Daha sonra, akciğer, böbrek, pankreas, kemik ve dalak gibi organlara da bu tür biyopsiler yapılmaya başlandı. Günümüzde, ultrason, BT ve MR gibi görüntüleme yöntemlerinin yardımıyla, vücudun neredeyse her bölgesinden iğne ile doku biyopsisi alınabilmektedir. Bu sayede, hem hastalar gereksiz ameliyatlardan kurtulmakta, hem de kesin tanı doğru biçimde konulup gerekli tedavilere en kısa zamanda başlanabilmektedir.

​2. Girişimsel yöntemlerle kanserde minimal invaziv tedaviler başlamıştır: Ultrason, tomografi gibi cihazlarla bir tümöre “görerek” ulaşıp iğne biyopsisi yapılabilmesi, bu tümöre özel iğnelerle yine aynı şekilde ulaşıp tedavi etme fikrini doğurmuştur. Perkütan ablasyon adı verilen bu yöntemde, ciltten direkt olarak tümörün içine yerleştirilen özel iğnelerle tümörler ısıtma, dondurma ya da yüksek dozda elektrik akımı verme gibi yöntemlerle tahrip edilir. Yapılan bir çok çalışmada, ideal olarak yapılırsa, bu yöntemin tıpkı cerrahi operasyon gibi tümörü yok edebildiği gösterilmiştir. Cerrahiden farklı olarak, perkütan ablasyonda işlem lokal anestezi altında bir iğne deliğinden yapılabilmekte ve hasta genellikle aynı gün evine dönebilmektedir. Eğer tümörde bir yenileme olursa, perkütan ablasyon gerektiğinde defalarca tekrarlanabilmektedir.

​Girişimsel onkolojide uygulanan bir başka tedavi şekli de arteryel girişimlerdir. Bu girişimlerde, önce özel anjiografi cihazlarıyla tümörü besleyen atardamarlar tesbit edilir, daha sonra da kasıktan anjiyo yöntemiyle bu damarlara ulaşılarak tümörleri öldüren bazı tedaviler yapılır. Bu tedaviler vücudun tümüne değil, besleyici damarlardan direkt olarak tümörlere uygulandığından klasik yöntemlere göre daha etkilidir. Örneğin, bir tümöre kol toplardamarından kemoterapi verildiğinde, ilaç vücuda eşit olarak dağılıp daha sonra tümöre gelirken, kemoterapi arteryel olarak tümörü besleyen atardamardan verildiğinde, tümöre 10-20 kat daha yoğun olarak nüfuz eder ve böylece daha etkili olabilir (intraarteryel kemoterapi). Ya da, kemoterapi ilacı çok küçük taneciklere yüklenerek bu damarlara verildiğinde, hem tümör damarları tıkanır hem de bu taneciklerden salınan kemoterapi ilacı haftalarca direkt olarak tümörü etkiler (kemoembolizasyon). Benzer şekilde, tıkayıcı taneciklere radyoaktif madde yüklenip besleyici damarlardan tümöre verilerek sadece tümöre yönelik yoğun bir radyoterapi yapılabilir (radyoembolizasyon).

​Sonuç olarak, girişimsel onkoloji kanser hastalarına hem tanı hem de tedavi alanında birçok yenilik sunmaktadır. Girişimsel kanser tedavileri, bazı durumlarda klasik tedavilerin yararsız olduğu hastalarda kullanabilir, ancak bir çok durumda da kemoterapi ve radyoterapi gibi yöntemlerle beraber de uygulanabilir.


Girişimsel-Radyoloji-Yöntemleri-Nelerdir--1200x800.jpg

GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ YÖNTEMLERİ NELERDİR?

  1. VASKÜLER GİRİŞİMSEL İŞLEMLER
  2. NON-VASKÜLER GİRİŞİMSEL İŞLEMLER

VASKÜLER GİRİŞİMSEL RADYOLOJİK İŞLEM VE TEDAVİLER

Anjiyografi (Diagnostik)

Anjiyoplasti – Balon ve ilaç kaplı balon

Stent ve ilaç kaplı stent

Aterektomi – Damar traşlama

Embolizasyon Tedavileri – Myom, prostat, varikosel, pelvik konjesyon sendromu

Anevrizma Tedavileri – Aort, Beyin vb.

Toplar Damar Hastalıkları

Varis

Derin Ven Trombozu

Portal Ven Trombozu

Vasküler Malformasyon

Vena Kava Filtresi

ARTERYEL ONKOLOJİK TEDAVİLER

İntraarteriyel Kemoterapi

Kemoembolizasyon

Radyoembolizasyon

İzole İnfüzyonlar (Kemosatürasyon) – Karaciğer, bacak, pelvik tm.

NON-VASKÜLER GİRİŞİMSEL RADYOLOJİK İŞLEM VE TEDAVİLER

BİYOPSİLER (İnce İğne Aspirasyonu (İİAB) ya da Tru-Cut (Kor) Biyopsiler)

Tiroid biyopsisi

Meme biyopsisi

Karaciğer biyopsisi

Mediasten biyopsisi

Pankreas biyopsisi

Akciğer biyopsisi

Prostat biyopsisi

Kemik biyopsisi

Dalak biyopsisi

Mide-barsak biyopsisi

Meme lezyonu tel ile işaretleme (Stereotaksik veya US eşliğinde)

Streotaktik meme vakum biyopsisi (mikrokalsifikasyonlarda)

Ultrasonografi eşliğinde parasentez, torasentez

Sakroiliak eklem steroid enjeksiyonu (BT veya US rehberliğinde)

KATETERİZASYON, DİRENAJ ve TEDAVİLER

Perkütan asit, plevral effüzyon, ampiyem drenajı

Perkütan koleksiyon/kist tedavisi – Karaciğer, böbrek, pankreas, tiroid, meme vb.

Perkütan apse drenajı

Perkütan kist hidatik tedavisi

Perkütan nefrostomi

Perkütan sistostomi

Perkütan biliyer direnaj, perkütan transhepatik kolanjiografi (PTK)

ABLASYONLAR (Tümörü yakma, dondurma veya kimyasal olarak tahrip etme)

Radyofrekans (Radyo dalgaları ile ısıtarak yakma)

Mikrodalga (Mikrodalga ile ısıtarak yakma)

Lazer (lazer ile yakma)

Nanoknife (geridönüşümsüz elektroporasyon – (IRE) ile yakma)

Alkol ablasyonu (saf alkol ile yakma)

Kriyoablasyon (dondurarak hasarlama)

HIFU: High Intensity Focused Ultrasound (yüksek yoğunluklu odaklanmış ultrason)

AĞRI TEDAVİSİ

Sinir Blokajları

Çölyak ganglion blokajı: Üst abdominal tümörlere bağlı ağrı tedavisi)

Hipogastrik ganglion blokajı: Pelvik tümörlere bağlı ağrı tedavisi)

Vertebroplasti

Ağrı Ablasyonları


FISTUL.jpg

Fistül yazı başlıklı makalemizde konuya dair bilgilendirmelere ulaşabilirsiniz. Fistül nedir? Perianal Fistül Ameliyatı konuları hakkında bilgilere ulaşabilirsiniz.

Fistül nedir?

Fistül, kelime anlamı kanal veya yol demektir. Vücudumuzdaki kanal şeklinde veya içi boş organların arasında normalde olmaması gereken bir bağlantın oluşmasına fistül denir. Özellikle sindirim sistemi borusunun her yerinde ve değişik nedenlerle farklı organlarda oluşabilir, ancak bir hastalık olarak kast edilen fistül, bir ağzı anüs etrafındaki deride, diğer ağzı ise kalın barsağın son bölümü olan rektum içinde olan bağlantı kanalı ve yolu olarak görülür. Buna anal fistül veya perianal fistül adı da verilir. Bu bölgede fistül ile karıştırılabilen başka hastalıklar da vardır; örneğin, perianal apse, anal fissür, hemoroid (basur) ve plenoidal sinüs (kıl dönmesi) bunlar arasındadır. Anal fistülün toplumda görülme sıklığı yaklaşık olarak 10.000’ de 1‘ dir.

Her iki cinste de görülmekle birlikte kadınlara göre erkeklerde görülme sıklığı daha fazladır. Hastalarda anal fistüllerin sayısı, derecesi, yerleşim bölgeleri farklı olabilmekte, tedavi yaklaşımları ve ameliyatları da buna göre nispeten daha kolay veya güç olabilmektedir. 

Anal fistül nasıl oluşur? Kalın barsağın son bölümü olan anüste kanalın kayganlığını sağlayan salgı bezlerinin tıkanması ile başlar, sonra buraya enfeksiyon eklenir ve bu iltihaplı kanal, anüs çevresinden deriye doğru kendine bir kanal oluşturarak cilde açılır. Anal fistüllerin çoğunluğu önce bir apse şeklinde başlar ve daha sonra bu apsenin deriye açılması ile oluşurlar. Bunun dışında barsakları etkileyen bazı hastalıklar (inflamatuar barsak hastalıkları, crohn hastalığı, tüberküloz, kanser gibi) nedeniyle de fistül gelişebilir. Bu nedenle karmaşık hastalarda, yapılan ameliyat sonrası tekrarlayan, iyileşmeyen, fazla sayıda iç ve dış deliği bulunan hastalarda, bu hastalıklar da dikkate alınarak gerekli görüntüleme tetkikleri ile (rektoskopi, kolonoskopi, rektal ultrasonografi, MR gibi) ileri araştırmalar yapmak gerekir.

Bu radyolojik görüntüleme yöntemleri ile, fistülün iç ve dış delik yerleri, sayısı, uzunluğu, genişliği, izlediği yol veya yollar, anüsün iç ve dış kasları ile ilişkisi ve bu bölgenin anatomik yapısı detaylı bir şekilde görüntülenir.

İlginizi Çekebilir: İntravenöz

Anal fistülü olan hastalarda genellikle dışkılama sırasında makatta ağrı, makat bölgesinden gelen pis kokulu bir akıntı, çamaşırında sürekli bir ıslaklık ve kirlenme şikayetleri vardır. Bazen fistülün dış deliğini de görebilirler. Enfeksiyonun şiddetine göre bazen ateş yüksekliği olabilir.

Muayenede hastalığın teşhisi makat bölgesine bakılarak konur. Dış deliğin görüldüğü ve belirgin olduğu hastalarda teşhis kolaydır. Tedavisi ameliyattır, ancak ameliyat öncesinde hastanın detaylı incelenmesi için bazı görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç vardır. Öncelikle endorektal ultrasonografi (ERUS) veya magnetik rezonas görüntüleme (MR) yapılarak fistülün iç deliği, fistül kanalının izlediği yol ve çevresindeki kas yapıları görüntülenerek radyolojik olarak incelenir. Ameliyattan önce, hastanın bu bölgeden eski bir ameliyatı olup olmadığı, bu bölgeyi etkileyebilen başka hastalıklarının (Crohn vb) olup olmadığı ve anüs kaslarının sağlamlığı iyi araştırılmalıdır.

Perianal fistül ameliyatı

Perianal fistüller ilaçla veya ameliyat dışı başka yöntemlerle tedavi edilemez, kendiliğinden iyileşmesi de çok nadirdir. Tedavide mutlaka ameliyat gereklidir. Ameliyatla tedavi edildiğinde bile tekrarlama ihtimali az değildir. Ameliyatın daha yüksek başarıda yapılabilmesi için anorektal bölgede deneyimli olan genel cerrahlar tarafından yapılması gerekir. Ameliyatla tedavi genel anestezi veya spinal anestezi altında yapılabilirse de genel anestezi tercih edilir. Anal fistüllerin büyük çoğunluğu basit fistül olup ameliyatta iç ve dış delikler arasındaki bütün fistül kanalı açılarak çıkarılır ve temizlenir. Fistül yolu açık bırakılır ve 15-20 gün içinde bu açık bölüm vücut tarafından yeni oluşan dokularla kendiliğinden kapanarak iyileşir.

Basit olmayan karmaşık fistüllerde farklı cerrahi tedavi yöntemleri de vardır. Ameliyatta özellikle anüs kaslarının korunması veya bu kaslarda hasar varsa onarılması önemlidir, aksi takdirde ameliyat sonrası hastanın dışkısını tutamama ve kaçırması gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılacaktır. Son yıllarda uygulanan yeni cerrahi tedavi teknikleri ile tedaviler daha başarılı sonuçlar vermektedir. Hastaların ameliyat sonrası hissettikleri ağrı azdır. Yaklaşık olarak hastanede kalış süreleri 1-2 gün, tamamen iyileşme süreleri 15-20 gündür. Ameliyattan sonraki dönemde en fazla endişe edilen durum tekrarlama ihtimalidir. Günümüzdeki ileri teknik cerrahi tedavilere rağmen garantili bir tedavi yöntemi yoktur ve fistülün yine de tekrarlama ihtimali bulunmaktadır. Tedavinin başarısındaki en önemli faktörlerden birincisi, ameliyatı yapan cerrahın bu konudaki deneyimidir.


memede-kist-sebepleri.jpg

Memede Kist Sebepleri ve Tedavisi. Kadınların meme ultrasonografilerinde en sık gördüğümüz problemler arasında ilk sırada meme kistleri gelmektedir. Özellikle menapoz öncesi kadınların hemen hemen üçte birinde gördüğümüz bu kistlerin doğru değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Meme muayenesinde temel hedef hastada meme kanseri olup olmadığının değerlendirilmesidir. Bu muayenelerde ayırt edilmesi gereken en önemli ve sık karşılaştığımız durumlardan biri memede ele gelen bir veya daha fazla kitlenin varlığıdır. Ele gelen kitlelerin en sık sebebi meme kistleridir. Hastalarda meme kanseri yönünden yüksek kaygı ve tedirginlik olduğundan, meme kistleri hakkında bize sorulan bazı soruları burada cevaplamak istiyorum.

Bana Form ile Ulaşabilirsiniz :

    Memede kist neden olur?

    Memedeki iki temel doku yapısı bağ dokusu ve süt bezleridir. Memede bağ dokusu ile sarılı süt kanalları da yer almaktadır. Bağ dokusu oranının arttığı ve yoğunlaştığı meme yapılarında kılcal süt kanallarının tıkanması sonucu kistler oluşmaktadır. Eskiden Fibrokistik Hastalık veya Mastopati dediğimiz bu yapı, kadınlarda çok büyük oranda görüldüğünden ve sadece bu yapının kanser ile ilişkisi olmadığından, artık hastalık yerine Fibrokistik yapı olarak adlandırmayı tercih etmekteyiz. Bu yapının nedeni hormonal, psikolojik, çevresel nedenler ve beslenme ile ilgili olabilir.

    İlginizi Çekebilir: Fibrokist

    Memede kist olduğunu nasıl anlarız?

    Kistler belirli büyüklüklere ulaşmadan veya yüzeyel yerleşimli değillerse elle muayenede ele gelmezler. Ancak ultrasonografide görülürler. Memede kist belirtileri nelerdir? Elle muayenede genellikle meme dokuları daha sert kıvamlıdır ve pütür pütür çıkıntılar hissedilebilir. Özellikle adet dönemlerinde daha da artan meme ve koltuk altı ağrıları olur.

    Memede kist ve kitle arasındaki farklar

    Memede kist ve kitle arasındaki farklar  elle muayenede ayırt edilemezler. Ancak bazen kistler nispeten daha yumuşak kıvamlı, diğer kitleler ise daha sert yapıda olabilir. Memede kist ağrı yapar mı? Fibrokistik yapıdaki kadınlarda özellikle adet dönemlerinde beliren veya artan meme ağrısı şikayetleri olabilir. Kistlerin sayı ve büyüklükleri fazla ise genellikle ağrı şikayetleri daha da belirgindir. Memede iltihaplı kist varlığında da belirgin ağrı hissedilir. Bazen göğüs kafesi, omuz veya kalp kaynaklı bir ağrı hisseden hastanın meme ultrasonografisinde ağrı kaynağı olarak, mesela sol memede kist görebiliriz. Ağrılı kistlerin de kanser ile ilişkisi olmadığı anlaşılsa bile ultrasonografi kılavuzluğunda iğne ile boşaltılarak tedavi edilmesi uygun olacaktır.

    Memede kist kaç cm tehlikelidir?

    Kistler bir veya genellikle çok sayıda olur. Çapları birkaç milimetreden 10 cm ye kadar ulaşabilir. Bir kisti değerlendirirken büyüklüğünün önemi yoktur. Ultrasonografideki görünüm özellikleri ve yapısı önemlidir. Ultrasonografide; duvarı düzgün sınırlı mı?, ince mi?, içinde bölmeleri var mı?, bir bölümünde veya duvarında kitle içeriyor mu?, renkli Doppler incelemesinde damarlanması var mı?, kireçlenmesi (kalsifikasyon) var mı? gibi araştırmalar yapılarak kanser yönünden önemli olup olmadığı değerlendirilir.

    Memede basit kist ne demek?

    Ultrasonografide; kistin duvarı, sınırları, içinde bölmeleri olup olmadığı, kitle içeriği, damarlanması gibi özelliklerine göre gördüğümüz kisti, basit kist ya da komplike (şüpheli) kist olarak tanımlıyoruz. Bu inceleme sonrası şüpheli görülen kistler yine ultrasonografi kılavuzluğunda meme iğne biyopsisi yapılarak patolojiye gönderilir. Ayrıca hastada ele gelen kistler, basit kist olsalar bile, özellikle ağrılı iseler, ultrasonografi kılavuzluğunda iğne ile boşaltılarak tedavi edilebilir ve hastanın eline gelen bir kitlenin de kaybolması ile psikolojik olarak rahatlatılabilir.

    Memedeki kist kendiliğinden geçer mi?

    Ultrasonografik muayenede görülen kistler takip muayenelerinde genellikle sabit sayı ve boyutta seyretmekle birlikte, hastanın hormonal değişimleri ile artma, azalma, büyüme veya küçülme gösterebilir. Memedeki kistler yok olur mu? Genellikle menapoz sonrası küçülür veya kaybolabilirler. Kistlerin seyrinde başta psikolojik stres faktörler olmak üzere bazı olumsuz beslenme tarzlarının (fazla kahve, çikolata tüketimi gibi) rolü de vardır. Bunların düzenlenmesi de yarar sağlayabilir. Memedeki kitleyi ne eritir? Memede kitleyi eriten sihirli bir formül yoktur. Öncelikle ultrasonografi, gerektiğinde mamografi, meme MR, biyopsi gibi radyolojik muayeneler ile kitlenin kanser olup olmadığının anlaşılması gerekir. Kanser ise cerrahi ve onkolojik tedavilere yönlendirmek, basit kist veya iyi huylu bir kitle ise de radyoloji uzmanı tarafından takip edilmesi gerekmektedir.

    Memede kist için hangi doktora gidilmeli?

    Kist ve diğer kitlelerin teşhisinde ve ayırt edilmesinde en etkili muayene yöntemi ultrasonografidir. Bu nedenle meme konusunda deneyimli bir radyoloji uzmanı doktora başvurulmalıdır. Diğer branşlardaki doktorlar da (Genel cerrah, Kadın-Doğum uzmanı gibi) ancak bir radyoloji uzmanının ultrasonografi ve mamografi muayenelerinin raporuyla fikir sahibi olabilecekleri için hastalar ilk adres olarak doğrudan radyoloji uzmanına başvurmalıdırlar.

     


    girisimsel-radyoloji-riskleri-nelerdir-1200x800.jpg

    Girişimsel radyoloji nedir, içeriğimizde de anlattığımız gibi girişimsel radyoloji , radyolojinin tedavi edici bölümü olup tıbbın hızla ilerleyen bir dalıdır. Girişimsel radyolojide, görüntüleme kılavuzluğunda ciltten girilerek tedaviler yapılır. Temelleri 60’lı yıllara dayanan girişimsel radyolojik tedavilerin çeşitliliği son zamanlarda çok artmıştır. Özellikle, önceden açık cerrahi olarak ameliyatla tedavi edilebilen pek çok hastalık artık girişimsel radyoloji sayesinde iğne deliğinden tedavi edilebilir hale gelmiştir. Bu içeriğimiz Girişimsel radyoloji riskleri hakkında olacaktır.

    Genellikle bu işlemler hastalar için daha kolaydır. Çünkü geniş kesiler yoktur, daha az ağrı, risk ve daha kısa iyileşme zamanı ile işlemler tamamlanır. Girişimsel radyologlar tarafından önce hastadan elde edilmiş görüntüler üzerinde gerçekleştirilecek işlem planlanır. Daha sonra görüntüleme kılavuzluğunda (Dijital Substraksiyon Anjiografi, Floroskopi, Ultrason, Bilgisayarlı Tomografi) iğneler ve kateterler (birkaç milimetre kalınlığındaki plastik tüpler) ile ciltten girilerek vücut içinde tedavi edilecek bölgeye ulaşılır. Pek çok hastalıkta çok çeşitli girişimsel radyolojik tedavi yöntemleri uygulanabilmektedir. Başlıca iki ana gurupta; damar içi ve damar dışı uygulama yöntemleri bulunmaktadır. Bu işlemler lokal veya gereğinde genel anestezi altında gerçekleştirilir. Hastalar için girişimsel radyolojinin açık cerrahiye göre sağladığı pek çok konfor ve avantaj bulunmaktadır. Bunlar içerisinde en önemlileri;

    • Tedavi, gözlem ve iyileşme sürelerinin çok daha kısa olması
    • Anestezi ve buna bağlı risklerin çoğu zaman olmaması
    • Tedavi risklerinin (komplikasyonlar) ve ağrının belirgin azalması

     

    Peki bu çok önemli avantajlara karşılık,

    Girişimsel radyoloji riskleri nelerdir?

    Bu başlıkta ele alacağımız başlıca konu; girişimsel radyolojik tedavi uygulamaları sırasında sıklıkla kullanılan kılavuz görüntüleme cihazlarının, özellikle uygulayıcılar üzerindeki, zararlı radyasyon etkileri, yani girişimsel radyoloji riskleri olacaktır.

    Radyasyon; radyoaktif maddelerin çıkardığı ışınların tümüne birden verilen isimdir. X-ışınları dalga tipi iyonlaştırıcı radyasyon grubundadır. X ışınlarının 1895 yılında Alman Fizik Profesörü Prof. Dr. Wilhelm Conrad Röntgen tarafından keşfi ile radyoloji bilimi doğmuştur.

    Radyasyonun zararlı etkileri ile ilgili X-ışınlarına bağlı ilk kanser vakası, 1902 yılında rapor edilmiştir. Işınlanan canlılarda gözlenen biyolojik etkiler radyobiyoloji bilimini doğurmuştur. Radyobiyolojinin Temel Kanunu’na göre radyasyona karşı en duyarlı hücreler; eritroblastlar (alyuvar ana hücreleri), bağırsak hücreleri, sperm ana hücreleri ve cilt bazal hücreleridir.

    Girişimsel radyoloji riskleri nelerdir denildiğinde, hastanın tedavi sırasında maruz kaldığı radyasyon değil, yani hastaya ait risk söz konusu değildir

    Radyasyona karşı en dirençli hücreler ise, bölünmeyen ve farklılaşmış olan kas, sinir hücreleri, olgun alyuvarlardır. Işınlanmış hücrelerde esas hedef, canlıların temel yapısı olan hücre ve hücre çekirdeğinin içinde genetik bilgilerin yer aldığı DNA’dır. Hücrenin radyasyona karşı en duyarlı evresi hücre bölünmesi sırasındadır. DNA ışınlanmasının 3 ana sonucu vardır: hücre ölümü, kanser gelişimi ve genetik hasardır.

    Radyasyonun biyolojik etkileri, saniyelerden 20-30 yıla kadar varan zaman aralığında gelişebilir. Vücudun bazı bölgeleri diğerlerine nazaran daha meyilli olsa da, radyasyon hemen her doku ve organda kansere yol açabilir. Ayrıca, kalıtım hücrelerinin kromozomlarındaki değişim ya da dönüşümlerle, ışınlanan kişinin sonraki kuşaklarında da genetik hasarlar ortaya çıkabilir.

    Alınan doz ne kadar düşük seviyede tutulursa, radyasyonun kötü etkilerinin ortaya çıkma olasılığı da o derecede azaltılmış olacaktır. Girişimsel radyolojik uygulamalarda sıklıkla kullanılan kılavuz görüntüleme yöntemleri olan floroskopi, anjiografi, bilgisayarlı tomografi cihazları x-ışınları ile görüntüleme sağlamakta, yani iyonizan radyasyon yaymaktadır.

    Bu girişimsel işlemler esnasında sağlık çalışanları, özellikle üst ekstremitelerine (el ve kollar) yönelik, oldukça önemli dozlarda iyonizan radyasyona maruz kalmaktadır. 1960’lardan itibaren geliştirilen; anjiyoplasti, embolizasyon, kateterizasyon, stentleme, koilleme, trombolitik tedavi, kriyoablasyon, radyofrekans ablasyon (RFA), lazer ablasyon işlemleri gibi, girişimsel radyologların öncülüğünü yaptıkları işlemler günümüzde rutin işlemler arasına girmiş olup hemen hemen hepsi floroskopi eşliğinde gerçekleştirilmektedir.

    Girişimsel radyoloji riskleri nelerdir denildiğinde, hastanın tedavi sırasında maruz kaldığı radyasyon değil, yani hastaya ait risk söz konusu değildir. Çünkü hasta sadece tedavi işlemi sırasında kısa süreli bir veya birkaç kez radyasyona maruz kalacak, bu olumsuz etkilerin büyük bir bölümü de zamanla onarılacaktır. Burada kastedilen risk, girişimsel radyoloji ünitesinde çalışan, başta işlemi gerçekleştiren radyolog olmak üzere, işlem süresince hastanın yanında bulunan personelin maruz kaldığı radyasyon etkileridir.

    Uzunca bir mesleki yaşam süresince düşük de olsa tekrarlayan radyasyon dozlarına maruz kalma, yani ışınlanma sonucu meydana gelebilecek etkiler, ilerleyen yıllarda ortaya çıkabilen ve çoğu kez ölümcül olabilen bir dizi hastalık ve etkiye neden olabilmektedir.

    Bunun sebebi, düşük doz dahi olsa tekrarlanan ışınlanmalarda vücudun hasarı onaramaması ve hasarın giderek artabilmesidir. Ne kadar düşük olursa olsun, radyasyon ışınlamalarının kanser riski taşıdığı bilinmektedir. Alınan doz azaldıkça, radyasyonun kötü etki olasılığı da o derecede azalır.

    Girişimsel radyoloji riskleri nelerdir konusunda öncelikle girişimsel radyologların maruz kaldığı uzun süreli tekrarlayan radyasyon düşünülmelidir. Başta radyoloğun elleri X-ışınına direk maruz kalmaktadır. Ayrıca, ortamda saçılan radyasyon ile el ve kollara alınan radyasyonun diğer tüm organlar üzerindeki olumsuz etkileri de maruz kalınan toplam radyasyon üzerinde etkili olmaktadır.

    Yapılan araştırmalarda kurşun eldiven kullanımının gerekli olduğu, ancak korumada yetersiz kaldığı, bunun yanısıra ışın doz ve zamanlarının optimize edilerek maruziyeti azaltmanın daha etkili olacağı bildirilmektedir.

    Sonuç olarak, radyasyona en fazla maruz kalan kişiler olan radyasyon çalışanlarının, aralıklı olarak ışına maruz kalmaları sonucu meydana gelebilecek etkiler, çoğu kez yıllar sonra ortaya çıkabilen ölümcül etkileri kapsamaktadır.

    Ayrıca, bu kişilerin kendilerinden sonraki nesillerinde de kalıtımsal bozukluklara rastlanabilir. Girişimsel radyolojinin son yıllarda BT ya da floroskopi eşliğinde gerçekleştirilen, çoğunlukla damarsal işlemlerin artan sıklığı ile birlikte radyasyon çalışanları için tehlikenin boyutları artmaktadır.

    Radyoloji çalışanlarının, özellikle de girişimsel radyologların, x-ışınlarının zararlı etkilerinden korunmaya yönelik önlemler hakkında bilgi sahibi olmaları, en az doz ile çalışma kriterlerine uymalarını, mutlaka kişisel koruyucu ekipmanlar kullanmaları önerilmektedir.

    İlginizi Çekebilir :


    Girişimsel-Radyoloji-nedir-1200x800.jpg

    Tedavi edici hekimlikte asıl önemli olan, önce tanı koymaktır. Çünkü hastalıkların tedavisi çoğunlukla belirlenmiştir. Tanı için hekimin yaptığı ilk iş, hastayı yakınması ile ilgili sorgulamaktır. Anamnez alma dediğimiz bu sorgulamayı fizik muayene (bakı) izler. Fizik muayenede hekim hastasını inspeksiyon (bakma), palpasyon (elleme), perküsyon (vurma) ve oskültasyon (dinleme) ile, yani, beş duyusunu kullanarak inceler. Amaç hastanın yakınmasının nedenini bulmak, hastalığını ortaya çıkarmaktır. Ayrıntılı bir anamnez ve iyi bir fizik muayene ile çoğu olguda tanı konabilir. Tanının konamadığı olgularda vücudu beş duyumuzdan daha duyarlı yöntemlerle incelemeye gereksinim duyulur. Bu amaçla kullanılan yöntemlerin başında radyolojik tanı yöntemleri gelir. Hastalıkların vücut yüzeyinde oluşturduğu değişiklikler, çıplak gözle (inspeksiyon) saptanır. Örneğin sarılığı hastanın gözlerinin akına (sklera) bakarak tanıyabiliriz. Vücudun iç boşluklarını da, ağız, anüs gibi doğal açıklıklarından girerek gelişmiş optik aletler aracılığı ile inceleyebiliriz. Bu işlemin genel adı endoskopidir. Vücudun dışını doğrudan, ulaşabildiğimiz iç yüzeylerini de gelişmiş optik aletler aracılığıyla dolaylı olarak, çıplak gözle inceleyebiliyoruz. Ancak, çıplak gözle göremediğimiz organ ve dokuların içyapılarını nasıl görebiliriz?

    İşte bu görev radyolojik tanı yöntemlerine düşer. Radyolojik tanı yöntemleri, fizik prensiplerinin izin verdiği ölçüde, organ ve dokuları bir resim şeklinde görüntüler. Bu resimlerdeki veriler mikroskobik değil, gözümüzle görebileceğimiz boyutlardadır. Çoğu zaman, hastalıklı organın kesitlerinde makroskopik olarak ne görüyorsak, radyolojik yöntemlerin oluşturduğu resimlerde de onu görürüz. Yani radyolojik görüntüler, hastanın içyapılarının radyolojik izdüşümleridir. Anormallikler radyolojik görüntülerde normal anatominin ve/veya doku yapısının bozulması şeklinde karşımıza çıkar. Bu değişiklikler yerel olabileceği gibi yaygın da olabilir. Yerel anormallikler genellikle, oturdukları organ ya da dokudan farklı gri tonlarda oldukları için fark edilirler. Bu anormalliklere genel olarak lezyon adı verilir. Makroskopik patolojide olduğu gibi bu lezyonlar, şekil, boyut, kenar, içyapı vb. özelliklerine bakarak değerlendirilirler.

    Peki, Girişimsel Radyoloji nedir? Yeni radyolojik yöntemlerle lezyonları ve ona ulaşılacak yolların çok iyi görüntülenmesi ile birlikte, iğne ve kateter teknolojisindeki gelişmeler, girişimsel radyoloji adı verilen, organizmaya tedavi amacıyla ince cerrahi girişimlerin uygulandığı bir bilim dalının doğmasına neden oldu.

    Girişimsel radyolojide, diyagnostik (tanısal) radyoloji yöntemlerinin kılavuzluğunda hastalıklı bölgeye, tedavi amacıyla dışarıdan girişimde bulunulur. Vücudun derilerindeki iltihap keselerinin (abse) boşaltılması, köpeklerden geçen ve iç organlarda su keseleri oluşturan (kist hidatik) hastalığının tedavisi, safra yolu tıkanıklıklarının açılması, damar darlıklarının genişletilmesi, damar baloncuklarının (anevrizma) tıkanması ya da damar içerisindeki yeni pıhtının (trombüs) eritilmesi benzeri birçok işlem girişimsel radyolojinin uygulama alanlarıdır. Girişimsel radyoloji nedir sorusunu böylece özetledikten sonra, modern tıptaki yerinden de söz edelim. Son yıllarda hızla gelişen girişimsel radyoloji, tıbbın her alanında gittikçe daha yaygın olarak uygulanmaktadır. Yöntem birçok olguda cerrahiyi ve dolayısıyla genel anesteziyi ortadan kaldırır. Operasyonun riskli olduğu durumlarda, cerrahinin hastanın genel durumu düzeldikten sonra yapılmasını sağlar. Birçok olguda kanamayı azaltıp tümör boyutunu küçülterek cerrahiyi kolaylaştırır.

    Girişimsel radyolojik yöntemlerin uygulanması, hastanın hastanede kalma süresini kısaltarak ve bazı durumlarda ameliyatı ortadan kaldırarak çok önemli ekonomik yararlar sağlar.

    Bu özellikleri ile girişimsel radyoloji, görüntülüme yöntemlerindeki gelişme ile birlikte radyolojiye yeni boyutlar kazandırmış ve onu modern tıbbın en hızlı gelişen ve etkileyici bir dalı haline getirmiştir.  

     


    kist-hidatik-nedir.jpg

    Kist hidatik nedir? Hidatik kist hastalığı olarak da bilinen bu hastalığın etkeni ekinokok adlı bir yassı solucan türüdür. Ekinokok paraziti çok geniş bir coğrafi dağılım gösterir, ancak, koyun yetiştiriciliğinin yaygın olduğu bölgelerde yoğunlaşmıştır. En sık karaciğeri tutar ve bu nedenle karaciğer kist hidatik veya karaciğer kist hidatiği olarak yaygın görülür.

    Karaciğerden sonra sık görüldüğü organ akciğerlerdir. Akciğer tutulumu genç yaş grubunda daha sık olarak görülür. Hastaların çoğunda hidatik kist belirtileri olmamasına karşın, kist yırtılarak veya çevre dokulara bası oluşturarak belirtiler verebilir.

    Hastalar görüntüleme yöntemleri ile radyolojik olarak incelendiğinde, tek veya çok sayıda, yuvarlak veya oval şekilli, düzgün sınırlı kitle şeklinde görülür. Yırtılmış hidatik kistler değişik görüntüleme bulguları gösterebilir. Hidatik kist tedavisi kistlerin türüne göre ve yerleştiği organa göre değişmektedir.

    Kist Hidatik Bulaşma Yolları

    dışkı-ağız ilişkisi iledir. Köpek, kedi ve diğer bazı hayvanlar ana konak, hastalığın görüldüğü sığır, koyun gibi hayvanlar ve insan ise ara konak olarak adlandırılır. Köpek ve kedilerle yakın ilişkili insanlarda daha sık görüldüğü için halk arasında hidatik kist hastalığına köpek kisti de denilmektedir.

    Bu ana konak hayvanlardaki solucanın yumurtaları dışkı ile atılır. Bu dışkı ile bulaşmış su ve gıdalar ara konaklar (insan) tarafından alınır. İnsan barsağında yumurtalar açılır ve ortaya çıkan parazitler barsak duvarına tutunur. Barsaktan kan dolaşımına katılan parazitler karaciğere ulaşır. Bu nedenle kist hidatik en sık karaciğerde tutunur ve gelişir. Daha az oranda karaciğeri geçen parazitler sağ kalp dolaşım yolu ile akciğere ulaşır ve burada tutunur.

    Akciğerler kist hidatik’in ikinci sıklıkta görüldüğü organdır. Parazitler yerleştiği organda kist şekline dönüşür. Büyüyen kistin çevresinde, parazitlerden oluşan tabakalar ve bunların da dışında vücuda ait sınırlayıcı ve koruyucu dış tabakalardan oluşan kalın bir duvar vardır.

    Kistin içinde kaya suyu olarak adlandırılan berrak, mikropsuz, ancak allerjik yapıda bir sıvı bulunur. İnsanda gelişen hidatik kistler genellikle tektir. Bu kist duvarının yırtılması sonucu kist içinde kistler, çevresine yayılım veya uzak organlara taşınan kistler oluşabilir.

    Hastalarda karaciğer kist hidatik belirtileri

    Kist oluşumunun başlangıç döneminde görülmez ve genellikle 5 cm. çapa ulaşıncaya kadar herhangi bir belirti vermezler. Belirtisi olmayan kistler daha çok başka muayeneler sırasında rastlantısal olarak fark edilirler. Hastalardaki belirtiler kistin komşu organlara baskısı ile veya yırtılması ile ortaya çıkar.

    Çocuklarda hidatik kistler bağışıklık sisteminin tam gelişmemiş olması nedeniyle belirti vermeden dev boyutlara ulaşabilirler ve daha geç fark edilebilir.

    Hidatik kist teşhisi, kistlerin çeşitli görüntüleme yöntemleri ile gösterilmesi ile konulur. Teşhis kan testleri ile de doğrulanabilir. Karaciğer kist hidatiği için en etkili görüntüleme yöntemi ultrasonografidir. Ultrasonografi ve diğer görüntüleme yöntemleri ile kistin sadece varlığı değil, sayısı, yapısı, türü, yırtılma olup olmadığı da görüntülenerek ortaya konur.

    Hidatik kist tedavisi

    Hidatik kist tedavisi için geçmişten günümüze kadar gelişen farklı yöntemler vardır. Eskiden hidatik kistin temel tedavi yöntemi olarak cerrahi kabul edilirdi. Ancak günümüzde pek çok hidatik kist hastası girişimsel radyoloji uygulamaları ile ameliyatsız, daha kolay ve başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Özellikle karaciğer kist hidatiği tedavisinde ameliyat çok az hastada gerekli olmakta, bu hastaların büyük çoğunluğunda ameliyatsız girişimsel radyolojik işlem ile tedavi yapılmaktadır.

    Bu yöntemde ciltten ince bir iğne ile ultrasonografi kılavuzluğunda kist içine girilerek tedavi yapılmakta, bazı kistlerde de yine ince bir kateter (1-2 mm çapında ince plastik boru) yardımıyla tedavi tamamlanabilmektedir.

    Bu hastalarda ciltte ameliyat kesisi yapılmamakta, hastanın genel anestezi alması veya hastanede yatması gerekmemektedir. Bu yöntemde; kist içine ultrasonografi kılavuzluğunda iğne ile girilip önce kist sıvısı boşaltılır, içerisine tuzlu serum veya alkol verilerek kist duvarındaki parazitler öldürülür ve sonra bu sıvı da boşaltılarak tedavi tamamlanır.

    Kist çok büyük ise (genellikle çapı 5 cm üzerinde ise) veya bölmeleri olan bir kist ise, kist içine yerleştirilen ince bir kateter yoluyla kist içeriği birkaç süreyle yıkanarak tedavi tamamlanır. Akciğer hidatik kistlerinde ise, halen cerrahi tedavi ön plandadır. Girişimsel radyolojik tedaviler ve cerrahi sonrasında destek olarak hastalara bir süre ilaç (antiparaziter) verilmesi de hastalığın tekrarlama riskini azaltmaktadır.

    Sonuç olarak, hidatik kist hastalığı bölgemizde yaygın olarak görülmektedir. Parazitin bulaşma yollarının bilinmesi ve hastalıktan korunma en önemli basamağı oluşturur. Karaciğer kist hidatik tedavisinde güncel yöntem, ameliyata gerek olmadan yapılan girişimsel radyolojik tedavidir.


    Renkli-Doppler-Ultrasonografi-1200x801.jpg

    Renkli Doppler Ultrasonografi Nasıl çalışır?

    Yaklaşan ya da uzaklaşan bir tren sesini düşünelim. Sabit frekansla ses veren hareketli bir kaynak yaklaştıkça daha tiz (artmış frekans, kulağa gelen sesin dalga sayısı artmıştır), uzaklaştıkça daha pes (azalmış frekans, kulağa gelen sesin dalga sayısı azalmıştır) işitilir. Buna Doppler kayması adı verilir. Damardan akan kanın içerisindeki kanın kırmızı hücreleri gibi şekilli elemanlar hareketli yapılardır. Ses bu yapılardan yansır. Gönderdiğimiz sesle yansıyan sesin arasındaki frekans değişikliğini (Doppler kayması) saptayarak akımın yönünü ve hızını belirleyebiliriz.

    Doppler incelemelerinin yapılmasının en önemli amaçlarından biri, akım hızı aracılığı ile damar darlıklarının belirlenmesidir. Diğer bir önemli kullanım alanı da, tümörlerin damar yapılarını ve kanlanmasını araştırarak, iyi huylu ya da kanser olup olmadığını anlamaya çalışmaktır. Ayrıca, bazı organların hastalıklarında, organı besleyen damarlar ve kan akımları incelenerek teşhise yardımcı olmaktadır.

    Günümüzde artık sadece gri skala ultrasonografi cihazları pek kullanılmamakta olup üretilen hemen hemen tüm cihazlarda renkli Doppler özelliği bulunmaktadır. Hem ultrasonografik incelemeler, hem de renkli Doppler incelemeler, aynı cihazla yapılmakta ve hemen hemen her tür inceleme sırasında birbirlerini destekleyici olarak kullanılmaktadır. İncelenecek damar, kitle ya da organlar, önce gri skala US ile anatomik olarak incelenir; damarın iç yüzeyindeki düzensizlik, kolesterol plakları ve kalsifikasyon araştırılır. Daha sonra kan akımının niteliği ve niceliği incelenir. Akım renkle kodlanır, akımın yönü ve şekli belirlenir.

    Renkli Doppler adı verilen bu incelemede, renklerin tonlamasına bakarak akımın hızı hakkında kabaca bir fikir sahibi olunabilir. Renkli Doppler’de temel olarak, kırmızı ve mavi renkler kullanılır. İncelenen akım için hangi renk seçilmişse, diğer renk karşı yönden gelen akımı gösterir. Hızlı akım rengin açık tonları ile gösterilir. Darlıklardan sonra izlendiği gibi akımın girdap yaparak tersine döndüğü alanlar, karşı renkle kodlanırlar. Hızın çok arttığı belirgin darlıklarda renk mozayiği ortaya çıkar.

    Damar darlığının daha duyarlı saptanması için akım hızının ölçümü gerekir. Akan kanın miktarının değişmemesi için, örneğin damar çapı yarıya inmişse akım hızı iki misli artmalıdır. Bu ilişki damar iç çapının %95’den daha fazla daralarak akım hızının birden düştüğü kritik noktaya kadar geçerlidir. Bunun için incelenen damarın ortasından küçük bir alan seçilerek akım, frekans ya da hız/zaman grafiği şeklinde yazdırılır. Akımın hızını ve niteliğini bir grafik şeklinde gösteren bu yönteme Spektral Doppler adı verilir.

    Akımın niceliği ve niteliğini belirlemede spektral Doppler daha duyarılıdır. Grafik üzerinde ölçümler yapılarak hem darlığın derecesi saptanabilir, hem akımın niteliği bir takım ölçümlerle (birçok Doppler indeksleri ile) sayısal olarak gösterilebilir.

    Doppler US’de yüksek frekanslı ses kullanılmakla birlikte, dönen sesteki frekans değişikliği kulağın duyacağı sınırlardadır. Kulak en duyarlı ses ayırıcısıdır. Deneyimli bir hekim bu sesi dinleyerek akımın niteliği ve niceliği hakkında yeterli bilgi sahibi olabilir. Bu nedenle günümüzdeki en gelişmiş renkli Doppler ultrasonografi aygıtlarında bile hoparlörler varlıklarını sürdürmektedir.

    Son yıllarda teknolojik gelişmelerle, renkli Doppler ultrasonografi cihazlarına, görüntü kalitesini ve damarsal akım duyarlılığı artıran pek çok yeni özellikler eklenmiştir. Ayrıca, burada ayrıntısına değinmeyeceğimiz, benzer çalışma prensiplerini ve bilgisayar teknolojilerini kullanan, başlı başına ayrı bir yeni görüntüleme tekniği de elastosonografidir. Bu yöntemde incelenen organ, doku ya da kitlelerin yumuşaklık/sertlik dereceleri değerlendirilerek, doğru teşhise yardımcı olan önemli bilgiler elde edilmektedir.

    Son olarak, renkli Doppler ultrasonografiden yararlanılan diğer bir önemli uygulama alanı da, Girişimsel Radyolojik uygulamalar sırasında en yaygın olarak kullanılan ultrasonografi kılavuzluğundaki rolüdür. Girişimler sırasında iğne veya kateter yerleştirilirken, geçiş yolu üzerinde veya hedef alınan doku, kanal, kitle gibi oluşumların ve çevresinin damarsal yapısının bilinmesi, uygulanan işlemin başarısını ve risklerini etkileyen oldukça önemli bir faktördür. Bu bilgiler de renkli Doppler ultrasonografi desteği ve yardımıyla elde edilir.


    Renkli Doppler Ultrasonografi 1


    Kısaca


    İlgili klinik branşın gerektirdiği görüntüleme alanındaki iş birliğini, en uygun maliyetle, en üst seviyede yararlılık, zararsızlık, çözüm odaklı inceleme ve tedavi yöntemlerini kullanarak hizmetinize sunmaktayız.




    Mail Bülteni


    Kliniğimizde olan tüm gelişmelerden haberdar olabilmek için bültenimize abone olabilirsiniz.



      Copyright 2023 Prof. Dr. Zekai Pekkafalı Her Hakkı Saklıdır.

      sağlık turizmi ankara malpractice lawyer in istanbul